27 Eylül 2009 Pazar

babacımın Süpernova hikayesi...

8 yorum



29.08.1939'da Bakırköy'de dünyaya geldi Faruk Örtügen. Orta okulu okuyamadı imkansızlıklardan. Almanya'ya işçi olarak gitti. Sağlık sorunları sebebi ile malulen emekli oldu. 1978 yılında 2 kız çocuğunu ve eşini Türkiye'ye gönderdi. Kendi 6 ay Türkiye'de 6 ay Almanya'da idi. Son yıllarda ise 6 ayda bir gidip gelmeye başlamıştı. Sağlık kontrollerini olur, ilaçlarını ve eskiden kendi kızlarına şimdilerde torunlarına bavullar dolusu çikolatalarını alır gelirdi. Ben kendimi bildim bileli olmadığı ameliyat kalmamıştı. Çuğunda yalnız idi. Kalp, safrakesesi, mide, pankreas... En son şeker hastası idi aynı zamanda... 32 yıldır havalimanından onu uğurlamaya karşılamaya gider gelirdik. Eve geldiğimizde bavul açma şenliklerimiz olurdu. 35 yaşına gelmiş olsam da pek keyifli olurdu o bavulların açılışı ve çikolataları paylaşımımız.


Bu seferki karşılama Dış Hatlar geliş yerine Kargo bölümünde oldu. Sadece eşim ve ben vardık. Tüm kargolar ilgili yerlere yerleştirildi. Sonra 2 tane tabut belirdi. Tabut siyah bir folyo ile çevrili idi. Saat sabaha karşı 4 civarı idi. Ağır adımlarla yanına gittim. Oysa her karşılamada bir gülümseme ile el sallardık havalimanında. O tabutun içinde babam vardı. Önce dondum kaldım, hareket edemedim. Sonra yanına yaklaştım. Sanki ayacıkları üşümüştü. Ayak ucundan başına kadar ellerimle okşadım tabutu.

Diyanet Vakfı'nın aracı ile caminin morguna getirdik. Caminin görevlisi kaçmış gitmiş. Diyanet vakfı görevlisi, Eşim ve 2 eniştem ile tabutu açtık. Beyaz kefeni içinde idi. Ben dahil hep beraber kavradık. Sıkıca sarıldım ona. Buz gibiydi ama üşümedim hiç. Hatta hiç bırakasım gelmedi. Ellerimle kızağı sürdüm ve morg dolabının kapısını kapadım.

Eve geldim. 1 saat sonra mezar yeri ve benzeri işlemleri halletmek için yola koyuldum. Cuma öğle namazına yetiştirdik. Caminin musalla taşına yerleştirmeden önce morgtan çıkarıp mezarlığa gideceği tabuta yerleştirdik.


O sıra kefeni açtım. Yüzünü öptüm kokladım, saçlarını okşadım. Ondan miras aldığım zeytin gözlerini öptüm, yanacıklarını sevdim. Toprakla üşümesin diye üzerini örttüm, su da verdim kurumuş dudaklarına. Kokusu hala burnumda.

Süpernova, enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlamasıdır. Babacımın da artık enerjisi bitmişti.


Bu patlamalar, maddenin evrende bir noktadan başka noktalara taşınması işine yarar. Patlama sonucunda dağılan yıldız artıklarının, evrenin başka köşelerinde birikerek yeniden yıldızlar ya da yıldız sistemleri oluşturduğu varsayılmaktadır.


İşte bu varsayımdı 3 gündür beni ayakta, başı dik tutan. Babacım ölmedi... Sana yıldızlarımı gösteremedim babacım. Küçükken hep senden istediğim teleskoplarımı gösteremedim babacım. O yıldızlar karanlık yatağını aydınlatsın şimdi babacım. Huzur içinde uyu emi.... Seni çok seviyorum....

Ben okuyamadım, kızım sen oku dedin babacım. Okudum babacım. Büyüdüm babacım. Seni ellerimle gömecek kadar büyüdüm babacım. Daha da büyüyeceğim, sonra zamanı gelince ben de bir Süpernova geçirip yanına geleceğim babacım...


Beni ne zorluklarla büyüttün babacım. Umarım sana layık olabilmişimdir babacım. En son ne zaman sesini duyduğumu hatırlamıyorum babacım. Benim yerime erik ye demiştin onu hatırlıyorum, beni merak etme kızım demiştin onu hatırlıyorum babacım. 7 ay önce yine normal kontrollere gittin, tabutunla döndün babacım...


Mekanın cennet olsun babacım.





26 Eylül 2009 Cumartesi

LİBRA (TERAZİ) Takımyıldızının Mitolojik Öyküsü

0 yorum






Libra, denge anlamına gelmektedir. Zodyak (Burçlar) kuşağı 4000 yıl önce başlangıç aşamasındayken, Güneş sonbahar dönencesindeyken (21 Eylül) bu takımyıldızındaydı.

Bu dönencede gün ve gece süresi birbirine eşittir. Eşitliğin bir sembolü olan bu takımyıldız, pek çok ortadoğu kültüründe adaletin sembolü olmuştur. Baş tanrı Zeus ile adalet tanrıçası Themis’in kızı olan Astrea (Dike) hak ve adaleti simgeler. Astrea, insanların sözlerinde, hareketlerinde doğruluktan ayrılmamalarını sağlamaya çalışır. Bu tanrıçanın sadece öğüt vermekle yetindiği ve harekete geçirmekten aciz olduğu söylenir. Fazilet ve adalet ilham eden Astrea, insanların mutlu yaşadığı dönemlerde onların arasında yaşardı. Ahlaksızlık ve kötülükler artınca gökyüzüne çıktı ve yıldızlar arasına yerleşti.

İnsanlar öldükten sonra onları yıldızlar arasında yargılayan tanrıçadır. Astrea’nın heykellerinde sadece bir baş vardır. Bununla insanların yalnız başla idare edilebilecekleri anlatılmak istenmektedir. Düşünce, öğüt ve sözler baştan çıkmaktadır.

20 Eylül 2009 Pazar

VIRGO (BAŞAK ), BOOTES ( ÇOBAN ), CANIS MINOR (K. KÖPEK ) Takımyıldızlarının Mitolojik Öyküsü

0 yorum










Virgo, Boötes ve Canis Minör takımyıldızlarının masalları bir arada anlatılacaktır. Canis Minör ve Boötes mitolojik masallarına, ana karakter Virgo’nun masalı içinde yer verilecektir.
Virgo yaygın olarak adalet tanrıçası Justa ( Justitia ) olarak bilinir. Demeter ve İcarius’un, yer altı tanrısı Hades tarafından kaçırılan kızı Persephone olarak tasvir edilir.

Persephone’nin annesi Homeros destanlarında “güzel saçlı kraliçe, güzel örgülü kraliçe” diye anılan toprak ve bereket tanrısı Demeter (Ceres) ‘dir. Adını “Ge-meter” toprak ana olarak açıklayanlar da vardır. Hesiodos’a göre Kronos’la Rheia’nın kızıdır. Demeter ekinlerin ve özellikle buğdayı simgeler.

Demeter efsanelerde kızı Persephone’den ayrılmaz. Kimi zaman “Kore” (genç kız) adıyla anılan Persephone ve annesine “iki tanrıça” denir.

Masala göre Persephone bir gün oyun arkadaşlarıyla (Okeanos’un kızları) birlikte çayırda çiçek toplarken birden bire yer yarılmış, yer altı tanrısı Hades şarıyla (bir çift atın çektiği, bir çeşit araba) dışarı çıkmış. Persephone’yi kaptığı gibi ortalıktan kaybolmuş. Ümitsizlikten ne yapacağını bilemeyen Demeter, kızını bulabilmek için tüm yeryüzünü dolaşır. Herşeyi gören tanrı Helios ( Güneş tanrısı; genç, güzel, kuvvetli ve sarı saçlı bir delikanlı olarak tasvir edilir) Kore’nin yerini söylemiş. Bunun üzerine Demeter Olympos’tan kaçmış, yüreği sızlayarak ıssız bir yere çekilmiş. Demeter’in küsmesiyle toprağın bereketi kalmamış, ekinler bitmez, buğday başakları büyümez olmuş. İnsanlar kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlar.

Zeus, Demeter ve Hades’in arasını düzeltmeye çalışmış fakat başarılı olamamıştır. Bu arada Hades, Kore’ye büyülü nar yedirmiş. Büyülü narı yiyen Persephone yeraltı tanrısına bağlanmış, Zeus’un tüm çağrılarına rağmen yeraltı ülkesinde kalmaya devam etmiş. Tüm çabalarının boşa gittiğini gören Zeus bu işi bir kurala bağlamayı kafasına koymuş. Zeus Persephone’nin yılın üçte ikisini yani buğday başaklarının çiçek açma ve ürün verme zamanını yer üstünde annesi Demeter’in yanında, kalan üçte birini yani kışı Hades’in yanında yeraltında geçireceğini söyler. Böylelikle toprağa yeniden bereket gelir.

Ozan Hoseidos Thegonia adlı eserinde, Persephone hakkında şunları söyler:
Demeter’in de yatağına girdi Zeus
Canlıları doyuran, tarlalar tanrıçasının.
Ak kollu Persephone’yi doğurdu Demeter.
Yer altı tanrısı Hades kaçırdı onu annesinin koynundan
Ve bilge Zeus bağışladı kızını ona......

Hoseidos, Persephone’nin Zeus’un kızı olduğunu söylemektedir. Başka bir masala göre Virgo, İcarios ve Demeter’in kızı Erigone adıyla anılır.

Bir seyahat sırasında şarap tanrısı Dionysos, İcarios’un evine gelip misafir olur. Onu çok iyi ağırlarlar. Dionysos gitmeden önce kendisine gösterilen misafirperverliğe karşılık ev sahibi İcarios’a üzüm yetiştirmenin usulünü, bağcılığı ve şarap yapmayı öğretir. Bağ bozumu gelince İcarios, bu esrarlı içkiden diğer insanların da yararlanmasını ister. Şarap dolu tulumlarla köyleri, kırları dolaşır. Rastladığı bütün köylülere şarap içirmeye başlar. Fakat akıllı ve uslu olan köylüler, fazla içince sarhoş olurlar. Bazıları akıllarının başlarından gittiğini, yere yıkılıp derin bir uykuya daldıklarını görünce, İcarios’un şarapla kendilerini zehirlediğini düşünmeye başlarlar. İcarios’un üzerine çullanıp onu linç ederler. Sarhoşlar sonraki gün ayılınca, İcarios’u boşuna öldürdüklerini anlarlar. Ama iş işten geçmiştir. İcarios’un cesedini ormanın içine götürüp saklarlar. İcarios’un kızı Erigone babasının gelmediğini görünce telaşlanır. Gece rüyasında babası İcarios yaralarını gösterek der ki:

“-Kızım, uyan ve hemen kalk.Ben senin babanım. Şarabın etkisiyle akıllarını kaybeden köylüler beni öldürdüler ve ormana bıraktılar. Erigone git ve naaşımı bulup, göm.”

Zavallı Erigone uzun süre babasını arar bulamaz. İcarios’un naaşını Erigone ile bereber arayan Maira adlı köpeği bulur. Erigone acıdan ne yapacağını şaşırır. Gözyaşları içinde babasının naaşının yanında kendini ağaca asar ve ölür. Maira Erigone’nin naaşı başından ayrılmaz ve günler boyunca ulur. Sonra o da açlıktan ölür.

Tanrılar İcarios ve ailesine acırlar. Onları gökyüzüne takımyıldızlar olarak alırlar. İcarios gökyüzünde “BOÖTES” (Çoban), kızı Erigone “VİRGO” (Başak) olarak, sadık köpekleri Maira ise “CANİS MİNÖR” (Küçük Köpek) olarak yerlerini alırlar.

Tanrı Zeus Atinalılara bir ceza verir. Şehirde bir delilik salgını baş gösterir. Genç kızlar çıldırıp kendilerini asmaya başlarlar. Bunun üzerine Atinalılar kendilerini affettirmek için, Erigone adına bir sunak yapıp özel bayram düzenlemişlerdir.

Masalın başka bir yorumunda İcarios’un evine misafir olan Dionysos, İcarios’un kızı Erigone ile beraber olur ve Staphylos (üzüm) adında bir oğulları olur.

Bunlardan başka, Virgo değişik inanışlarda değişik tanrıça isimleri altında karşımıza çıkar. Şans tanrıçası Tyche, Suriye’de bereket tanrıçası Atargatis, bilgelik tanrıçası Athena (Roma mitolojisinde Minerva), av tanrıçası Artemis (Diana), Roma bereket ve doğa tanrıçası Cybele olarak karşılaşılır. Mısır’da yaşamın ve ölümün koruyucusu ana tanrıça İsis olmuştur. Sümerler’de tanrıça İshtar ve gökler kraliçesi anlamına gelen İnanna’dır. En genel ve kabul gören anlamıyla Virgo hasadın habercisidir.

Küçük köpeğin ( Canis Minör = Maira ) genellikle Çoban’ın (Boötes ) köpeği olduğu kabul görse de, Orion’un (Avcı ) köpeklerinden küçük olanı olduğunu ileri süren masallar da vardır.

Çoban’ın (Boötes) gerçek adı kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı kaynaklarda “Çiftçi” olarak da geçer. Bunun nedeni görüntüsü bir tarım aracı olan sabana benzetilen Ursa Major (Büyük Ayı) takımyıldızının çok yakınında yer almasıdır. En çok kabul gören tasviri İcarios’tur.

19 Eylül 2009 Cumartesi

GökTaşı'nın ilk dergi yazısı çıktı!

2 yorum

Otobüs ile şehirlerarası yolculuk yapanlar...


Teknobilet dergisinin Eylül sayısı Hobi bölümünde Nurcan Örtügen Gök'ün ilk yazısı yayımlandı.
Bu sevdayı hobi edinmek isteyen her gökyüzü aşığının başlangıç aşamasındaki sorularına cevap bulabilmesi ve severek okuması dileği ile :)

16 Eylül 2009 Çarşamba

elin oyuncağı bile astronot olmuş ISS'e binmiş!!!

0 yorum





The Toy Story action figure returned on the space shuttle Discovery last Friday, after first launching aboard STS-124 on May 31st 2008. Here's a video of his time on the International Space Station:


Buzz was up there as part of a program by NASA and Disney to encourage students to study science, technology and math. He'll be honored in a parade at Disney's Magic Kingdom-along with his space station crewmates and veteran Buzz Aldrin-on October 2nd.

Hubble'dan bakınca ne görünüyor?

0 yorum



Hubble'ın fotoğraflarını görenler ilk önce bir vavvvvvvvvvvvvvv diyorlar. Sonra da içlerinden şu soru geçiyor. Acaba bu gökcisimleri teleskoptan bakınca da gerçekten böyle mi görünüyor?

Bu yazımda, bu işin üstatlarından (Uğur İkizler, Tahir Şaban) derlediğim bilgiler dahilinde bu soruya yanıt vermeye çalışacağım.


Yukarıdaki fotoğraflardan ilki işlenmemiş, ikincisi ise işenmiş bir fotoğraftır (Fotoğraflar Uğur İkizler'e aittir).


İnsan gözü foton biriktiremediğinden dolayı teleskoptan baktığında ne yazıkki fotoğraflardaki gibi detaylı ve renkli göremez. Genelde teleskop ile ilk bakan insanlar hayal kırıklığına uğrarlar. Gökadaların (galaksi) ve bulutsuların (nebula) çekilmiş rengarenk görüntülerini görerek, teleskoptan bakınca da öyle göreceklerini düşünürler. Ama durum böyle değildir.

İnsan çıplak gözle Hubble'dan bile baksa göreceği en fazla şey ham resimlerdeki gibi bir görüntü olacaktır. Gözmerceklerine çeşitli filtreler takılıyor, onlarla bakınca daha renkli ve daha detaylı görüntüler görülebiliniyor.

Gözün dinamiği ('dynamic range' ) 90dB kadardır. DSLR ler 60-70 dB, CCD kameraları 65-85dB arasında çalışabilmektedir.

Gözün yüksek dinamiğinin nedeni gözlerimizde bulunan 2 türlü sensörden kaynaklanıyor. Gündüz kullandığımız koni hücreleri renk görmektedir ama bunlar ışığa çok hassas değiller. Dolayısıyla ancak ışık şiddetinin kuvvetli olduğu ortamlarda görüntü sağlarlar. Buna 'Fotopik görüntü' diyoruz ve normalde (hayatta) alıştığımız görüntü fotopik görüntü.

Gece, karanlıkta koni hücreleri artık sinyal toplayamazken silindir hücreleri kimyasal bir süreç sonucu Rhodopsin oluşturarak devreye girer (kuvvetli ışık Rhodopsini tekrar parçalar ve konileri atıl bırakır) ve çok daha sönük kaynakları görebilmemizi sağlar.

Ancak silindirler:

a) renk göremez
b) düşük çözünürlükte çalışır
c) azami hassaslıkları mavidedir (koyu kırmızıda sağdece %2 hassaslık!).

Bu da 'Skotopik görüntü' olarak biliniyor. Skotopik görüntüyü kabaca bir CCD kamerasındaki 'binning' ile kıyaslayabiliriz. Orada (örneğin) 4 piksel birleştirilerek daha hassas bir piksel oluşturulabiliyor, ama buna karşın çözünürlük azalıyor. Ya hassaslık ve büyük dinamik, ya da çözünürlük!

Karanlıkta gözün çalışması da buna benziyor, zira silindir hücreleri grup, grup sinyallarini beyine yolluyorlar. Bu nedenle çözünürlük gündüzden daha kötüdür ve tabi görüntü monopkromdur (sadece luminans). Ayrıca silindir hücrelerinin halka biçiminde sarı nokta etrafında yayılmıştır (ortada koniler var). Bu hem optik bakımından gündüz konfigürasyonu kadar iyi değil, hem de gece tam ortada baktığımız yerde algılamanın etraftan daha kötü olmasına neden oluyor (teleskopta saptırılmış bakış (averted vision) kullanmanın nedeni).

Düşük çözünürlüğü bir derece teleskopta daha yüksek bir büyütme kullanarak kısmen giderebiliriz. Gündüz iyi bir göz 1 yay dakikası çözünürlük elde ederken, skotopik bakışta çözünürlük 10-20 yay dakikasına düşer.

Dolayısıyla küçük sönük cisimleri göremeyiz (yoksa teleskopa ihtiyaç duymadan sayısız derin uzay cismini çıplak gözle görüverirdik!). Bu nedenle her sönük uzay cismi için bir optimum büyütme miktarı vardır (Roger Clark, Visual Astronomz of the Deep Sky).
Kaynak:Tahir Şaban, Uğur İkizler

13 Eylül 2009 Pazar

RonchiZ de neymiş?

0 yorum

Biçimlendirme... Amatör teleskop yapımcılarının biçimlendirme safhasında ki başucu yazılımı...


Öncelikle programı indirmek için bu linki kullanabilirsiniz.


RonchiZ programı Ronchi testinde bize belirli bir çaptaki ve F oranındaki aynamızda görmemiz gereken bantların şekli hakkında bilgi veren bir yazılımdır.


Peki RonchiZ programı nasıl kullanılır?


D(mm)= Aynanın optik çapı girilir


R(mm)=Aynanın eğrilik yarı çapı yani optik çapı * f oranı * 2 girilir.


Örneğin: 150 mm f/5 için R=150*5*2=1500 girilmelidir.


Conic= -1 parabolü ifade eder.


Line=Ronchi ızgarasının sıklığını ifade eder. Testte kullandığımız filmin line değeri girilir.


Range=0 noktasından geri ve ileriye doğru kaç mm ilerleneceği yani simülayonun sınırlarını belirtir. Default değerinde bırakılabilir.


Zone= Yüzey düzensizliğini ölçüsünü ifade eder. Default değerinde bırakılabilir.


WL=Kullanılan ışığın dalga boyunu ifade eder. Default değerinde bırakılabilir.

Değerler girilip boş bir alana tıklanır.


Sol taraftadaki X şeklindeki alanda Zero'ya basılırsa RoC noktasında görülmesi gereken şekil belirir.

X'in üzeri RoC içi, X'in üzeri RoC dışındaki simülasyonu gösterir. Bu simülasyona göre biçimlendirme işlemlerine devam edilir.

12 Eylül 2009 Cumartesi

LEO (ASLAN) Takımyıldızının Mitolojik Öyküsü

0 yorum





Herkül’ün görevlerinden biri de Nemea Aslanını öldürüp, derisini kral Eurystheos’a götürmektir. Bu aslan, Yunanistan’ın Nemea bölgesinde dehşet salan, korkunç bir hayvandır.

Herkül, bu korkunç aslanla karşılaştığında, bütün oklarını hayvana fırlatmış. Hayvanın derisi o kadar sertmiş ki, oklar parçalanıyor ama hayvana hiçbir şey olmuyormuş. Oklarının işe yaramamasına sinirlenen Herkül, eline topuzunu alıp, naralar atarak aslanı takip etmeye başlamış. Aslan bu gözü pek kahramandan korkarak iki kapısı olan bir mağaraya sığınmış. Durumu anlayan Herkül, mağaranın bir kapısını kayalarla tıkayıp, diğerinden içeri girmiş. Aslan onu görünce yelelerini kabartarak üzerine atlamış. Herkül elindeki topuzu aslanın kafasına vurmuş. Vuruşun şiddetinden topuz kırılmış ama aslan yalnızca sersemlemiş. Sonra boğuşmaya başlamışlar. Herkül, aslanı boğmayı başarmış. Derisini yüzmüş ve hiçbir okun delemediği bu deriyi giymiş ve zırh olarak kullanmış.

Aslan eski çağlarda gücün sembolüydü. M.Ö. 3000’li yıllara ait heykellerde, krallar, yanlarında şaha kalkmış bir aslanla betimlenirmiş. Bu çağlarda, önceki kutsal sembol olan Boğa yerine Aslan kullanılmaya başlanır.

8 Eylül 2009 Salı

hayallerimi saldım çayıRa....

1 yorum

Dün gece yine hayal dünyasında gezindim!


Internette gezinirken bir gün sahip olmayı hayal ettiğim Soluk Mavi Nokta için mimarilere, tarlalara, gözlem evlerine bakınıyordum.


İşte tam o sırada Yerkes Observatory'nin sitesine rastladım. Bu mimari karşısında dilim tutuldu. Zira tam hayallerimdeki yapı idi sanki. Fotoğrafı aldım, evirdim çevirdim ve gelecekteki Soluk Mavi Nokta'yı bu fotoğraf üzerinde şekillendirdim.


Günümüz yaşantısında çalışarak böyle bir yer sahibi olamam değil mi? Ama ya olursam????


Aslında önemli olan bunun birgün gerçek olup olmaması değil, önemli olan her sabah gün uyandığımızda bizi peşinden sürükleyecek bir amacın olması belki de...


Peki ya sizin hayalleriniz çayıra salınınca ne çıkıyor ortaya??? Peşinden koşabileceğiniz bir hayaliniz var mı? Birgün gerçek olup olmayacağını bilmediğiniz ama o uğurda birşeyler yaptığınız zaman VAR olduğunuzu hissettiren, ÜRETTİĞİNİZİ hissettiren bir hayaliniz var mı?

5 Eylül 2009 Cumartesi

CANCER (YENGEÇ) Takımyıldızının Mitolojik Öyküsü

0 yorum





Cancer burçlar kuşağındaki bir takımyıldızdır. Diğer takımyıldızlar gibi mitolojik öyküsü kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte genel olarak kabul gören öyküye göre Cancer, Herkül’ü ( Herakles ) taciz eden bir yengeçtir.

Herkül tanrılar tanrısı Zeus’un oğludur. Ama gerçek annesi, Zeus’un eşi tanrıça Hera değil, bir ölümlü olan Alkmene’dir. Alkmene ile aldatılan tanrıça Hera, Herkül’den nefret ediyormuş.

Herkül kral Eurystheus’a hizmet ederken, çok başlı bir yılan olan Hydra’yı (Su yılanı) öldürmekle görevlendirilir.

Eurystheus, Argos kralı Stenelos’un oğlu ve Perseus’un torunudur. Zeus Herkül’ü doğurması için Alkmene’yi hamile bıraktığında, Perseus’un ilk torununun krallık sahibi olacağını söyler. Perseus’un doğacak ilk torununun Herkül olacağını bilen Hera olaya el koyarak, Herkül’den sonra doğması gereken Perseus’un torunlarından Eurystheus’un zamanından önce doğmasını sağlar. Hera’nın sayesinde, Herkül’den önce doğan Eurystheus krallığı alır.
(Ekhidna ve Typhon’un kızı) Hydra, Herkül’den öç almak üzere Hera tarafından yetiştirilmiştir. Hydra tüm yaratıkları titretecek kadar korkunç bir bataklık canavarıydı. Kerberos, Khimaira, Phiks gibi canavarların kızkardeşidir.

Hesiodos, Hydra’nın annesi Ekhidna’dan uzun uzun söz eder. Bu korkunç yaratığın annesi Kallirhoe ve babası Khrysaar olup her ikisi de Pantos ile Gaia’nın soyundandır. Hesaidos bu konudan şöyle söz eder;

“Kallirhoe yenilmez bir ejderha daha yarattı, ne ölümlülere ne de ölümsüzlere benzeyen. Bir mağarada doğdu bu azgın kalpli Ekhidna. Bedeninin yarısı güzel, alımlı bir genç kızdı onun, Al yanaklı gözleri alev alev, bedenin diğer yarısı ise korkunç ( acımasız ) bir yılan”

Ekhidna’nın saklandığı mağara efsanelere göre Arima ( Anadolu ) dağları denen Kilikia’da ( orta ve doğu Akdeniz Bölgesi ) bulunmaktadır. Hydra’nın babası Typhon da ( İlyada’da ki adıyla Typheus ) bir devdir. Khrysaar ve Kallirhoe’nin oğludur. Yanardağ tanrısı olarak da bilinir. Hesiodos, Theogania adlı eserinde Typhon’dan şöyle söz eder;

“Zor işler için yaratılmıştır kolları, ayakları yorulmak bilmez bu tanrının. Korkunç kara dillerini çıkarmış, gözlerinden ateş saçan yüz yılan başı yükselir omuzlarında”

Zeus bu azmanı ( Typhon ) yok etmek ister. Savaşları çok ilginç olmuştur. Zeus menekşe rengi suları yakar, kavurur, gök gürültüsü ve şimşekler gönderir. (Ejderha) Typhon’un alevleri gökyüzüne ulaşır. Yer gök titrer, denizler kaynar. Ölüler ülkesi tanrısı Hades bile ürperir. Zeus var gücüyle şimşekleriyle, yıldırımlarıyla öfke içinde Olympos’a (bugünkü adı Etna olan tanrıların dağı) çıkar. Tüm gücüyle Typhon’u yıldırımlara boğar, canavarın tüm başları alev alev yanmaya başlar. Kolu, kanadı kırılır. Yere yıkılır, yer inim inim inler. Yıldırım yiyen devden bir alev fışkırır ve Etna dağının dibine düşer.

Böylesine korkunç iki devin ( Typhon ve Ekhidna ) çiftleşmesinden yer altında ve yeryüzünde ne kadar korkunç köpek ve canavar varsa ürediği rivayet edilir.Bunların içinde;
􀂾 Geryon’ un köpeği olarak anılan; Orthos
􀂾 Hades ( Yeraltı Ölüler Ülkesi ) in bekçisi; Kerberos
􀂾 Bataklıklar canavarı; Hydra
􀂾 Ağzı ateş saçan; Khimaira’yı sayabiliriz.
Böyle ana babaya sahip bir yaratık olan bataklıklar canavarı Hydra, Hera tarafından Herkül’e duyduğu düşmanlık nedeniyle, öç almak için kullanılır. Bataklıklar canavarı Hydra ve güçlüler güçlüsü Herkül savaşırlarken Hera, Yengeç’i Herkül’ün ayağını ısırması için gönderir. Yengeç bu görevi başarıyla yerine getiremez. Herkül’ün dikkatini dağıtamaz. Herkül ayağının altındaki yengeci ezerek öldürür. Cancer (Yengeç) bu vefakar davranışından dolayı Hera tarfından ödüllendirilip gökyüzüne alınır.

Cancer takımyıldızı, Gemini ( İkizler ) ve Leo ( Aslan ) takımyıldızları arasında yer alır.

4 Eylül 2009 Cuma

kara kuşaklım

0 yorum



hehe Çok komik oldular biliyorum.


Bu işte hala çok çok acemi de olsam da ilk Ay fotoğraflarım ile şimdikiler arasında dahi dağlar kadar fark var.


Astrofotoğraçılık cidden normal fotoğrafçılığa benzemiyor...

ve işte bunlar da benim ilk göz ağrısım Jüpiter denemelerim. :)) Teknik detay falan aramayın ben de nasıl çektiğimi bilmiyorum. ISO kaç, poz süredi ne hiçbi fikrim yok. Hissi kablel vuku yolu ile çektim. Kuşaklar çıkınca uydular çıkmıyor, uydular çıkınca kuşaklar çıkmıyor.... Teleskop ATY 2009 teleskobu....

Ama benim için çok ama çok değerli ve ciciler....... Heyooooooooooooooooo.....


Gelelim Jüpiter'e....

Jüpiter (Müşteri, Erendiz) Güneş Sisteminin en büyük gezegeni. Güneşten uzaklığa göre beşinci sıradadır. Adını Roma tanrılarının en büyüğü Jüpiter'den alır. Büyük ölçüde hidrojen ve helyumdan oluşmakta ve gaz devleri sınıfına girmektedir.

Jüpiter'in 63 doğal uydusu bilinmektedir. Galileo Galilei 1610 yılında kendi yaptığı basit teleskopla Jüpiter'in en büyük 4 uydusu İo, Europa, Ganymede, ve Callisto'yu keşfederek ilk kez Yerküreden başka bir gezegene ait uyduların varlığını göstermiştir.


Ve bu sene Galileo'nun 400 sene önce teleskobu keşfetmesi sebebi ile Dünya Astronomi Yılı'nı kutluyoruz.

kavunun dibi....

0 yorum






Fotoğraf detayları:
Teleskop:ATY 2009 teleskobu 6" f/7 aynalı, dobson kundak
Mercek: 25 mm süper Plossl
Yer:Beylikdüzü 41 00 4,22 K 28 39 2,11 D
Tarih: 03 Eylül 2009
Saat:23:45
Fotoğraf makinası:Canon
Afokal yöntem

2 Eylül 2009 Çarşamba

sevie, cian ve davetsiz misafirlerle sidewalk astRonomy

1 yorum






Friendfeed diye bir meret var. sosyal ağ denen birşey...

Orada sanal olarak bir eş ile tanıştım. Cihan Kaloğlu ve Seviye Kaloğlu çifti. Dünyalar tatlısı, yürecikleri tertemiz iki insan... İşin komiği dipdibe oturuyormuşuz. Uzun zamandır merak ettiğim ve denemek istediğim Kaldırım Astronomluğu'nu (Sidewalk Astronomy) 27 ağustos akşamı bu komşularla beraber denemek şansını yakaladım.

Bir de bir efsane dolanıyor gökbilim camiasında. Neymiş efendim memleketimde eğer kaldırıma teleskop dikersen, izinsiz yer işgalinden içeri alınırmışın. He he.. Seviye ile iş paylaşımı yaptık. O içecekleri getirecekti, ben de kek yapacaktım. ve akşam görecektik içeri alınacak mıydık, alınmayacak mıydık?

Akşam oldu hava karardı ve Amatör Teleskop Yapım Çalıştayı'nda yapmış olduğum teleskobu yüklenip, Beylikdüzü semalarında kısa bir kaybolma sorunu yaşayıp Altuğ Kağan ile bu cici çifti de alıp Beylikdüzü'nün açııık bir arazisine konumlandık.

Çok ama çok eğlenceli dakikalar geçirdik. Eğlencenin diğer detaylarına bu linkten erişebilirsiniz.

Bir müddet sonra beklenen an geldi. Bir devriye aracı durdu, içinden bir polis amca bize doğru yaklaştı. "O köpek mi" diye sordu. Biz bakıştık, ses çıkarmadık, yok bu teleskop dedik. Nereye bakıyorsunuz dedi. AY'a, Jüpiter'e bakıyoruz dedik. Sonra AY'da hayat var mı sorusu ile karşılaştık. Elimizden geldiğince aramıza katılan diğer 2 polis amca ile de gökbilim bilgilerimizi paylaştık. Hoş da bir iki fotoğraf çektik.

O gecenin kahkahalarla geçmesinin dışında benim için en güzel yanı gökyüzündeki ışıltıları, ilk kez teleskopla mercekten bakan gözlerin gözlerinde görmekti.

Teşekkürler Cihan, teşekkürler Seviye....

1 Eylül 2009 Salı

hayalleRi Soluk Mavi Nokta'da yeşerecek

2 yorum

21 mayıs 2009 sabahı idi. o sabah genç kadın uyandığında ayacıkları onu işe götürmedi. üzerine kot pantolonunu ve de bir de t-shirt geçirip doğru berberin (genç kadın ayda yılda düğünlerde seyranlarda bir kuaföre gittiğinden kuaföre berber deme alışkanlığı vardı) yolunu tuttu.


içinde bir his vardı. bir bedel ödemesi gerekiyordu. herkesin ve de kendisinin çok beğendiği doğuştan fönlü belini geçmiş gökyüzü karanlığındaki saçlarını kurban edecekti. zaten hayatta herşeyin bir bedeli vardı. bu neyin bedeli idi? anlatması öyle zorduki onun için, kendi dahi tarifleyemiyordu.


yavaşça kuaför koltuğuna oturdu. kestirmek istiyorum dedi. kuaför uçlarından mı alacağız dedi. yoo hayır kısacık kalacaklar dedi. kuaför uzun saçları ellerinde tutarak sordu; emin misiniz? eminim dedi genç kadın, sadece eğer ağlarsam hoş görün....


ilk makası vurdu kuaför, genç kadının saçlarına. genç kadın gözlerini kapadı sonra açtı, gözleri aynaya değil, yere düşen bir tutam saçına bakıyordu. bir an yutkundu. ağlamak ile ağlamamak arasında gidip geldi. o an kendisine bir söz verdi. o andan itibaren hayatta yerine konulamayacak hiçbir şey için gereksiz üzülmeyecek ve gözyaşı akıtmayacaktı. Klasik bir söz vardır, o hesap nasıl olsa kökü onda idi, yeniden uzayacaktı.


ama bir saç kesimi o kadın için bu kadar basit ve sıradan değil idi. oğlu artık uyurken minicik avuçlarının arasına annesinin saçlarını dolayamayacaktı.


kuaförden çıkıp hemen işin yolunu tuttu genç kadın. akşam eve döndüğünde Altuğ Kağan Gök annesine şöyle bir baktı. Ellerini annesinin saçlarına uzattı. Anne saçlar yok dedi... Uzayacaklar oğlum diyebildi annesi oğluna ve eşi ile beraber onlara sıkıca sarıldı. 2-3 gün boyunca saçlarına hiç bakmadı, yıkamanın dışında onlara hiç dokunmadı bile. o saçlar yeniden uzadığı zaman BİRŞEY olacak diyordu hep içinden. ama ne olduğunu kendi de bilmiyordu.


25 mayıs sabahı inanılmaz bir huzur ile uyandı. o huzuru veren o gün doğum gününün olması değildi. saçları yeniden beline geldiği zaman ne olacağını keşfetmişti. saçları yeniden beline geldiği zaman SOLUK MAVİ NOKTA evrene merhaba diyecekti.


Soluk Mavi Nokta, genç kadının tüm hayallerinin gerçek olacağı bir dünya olacaktı. Ve bugün o noktanın temelini attı. O dünyanın saçları uzayıncaya dek ne aşamalardan geçeceğini tıpkı olduğu feza maceRaları nda olduğu gibi yazıya dökecekti.


kimbilir? belki hayaller gerçek olmaz, ama mutlaka birilerine her sabah uyandığı zaman güne huzur dolu başlamasına sebep verecek olan yeni hayaller feyzeder. her sabah ne için uyanılıyor ki? çalışıp para kazanmak için mi? çok daha iyi arabalara binmek için mi? her sene belirli sürelerde çok daha iyi tatiller yapabilmek için mi? çocuklarımızı büyütmek için mi? ev sahibi olmak için mi? ne için????


genç kadın şu an çalışmıyor. ama her dakika Soluk Mavi Nokta'ya giden yol için çaba sarfediyor. bu çabalar ona hayat veriyor, bu çabalar sayesinde genç kadın, çürümüyor, eskimiyor... bu çabalar sayesinde genç kadın artık yaşlanıyor.... ve en önemlisi eğer yapabilir ise üretmek ve ürettiği şeyleri miras bırakabilmek için aldığı nefesin hakkını veriyor.


yolun açık olsun GökTaşı....
 
Designed by: NewWpThemes | Converted to Blogger by Professional Blogger Templates | Contact | About